GNYAPI Yönetim Kurulu Başkanı
A. Bülent Güney
Son yıllarda gerçekleştirdiği yeniliklerle yalıtım sektörünün gelişimine katkı sağlayan, sektörü farklı boyutlara taşıyan, yenilikçi uygulamalarıyla tüketiciye ciddi faydalar yaratıp sektörden beklentiyi artıran GNYAPI, benzer firmalarla arasındaki makası da her geçen gün biraz daha açıyor. Bu farkı yaratan en önemli isim ise tabii ki GNYAPI'nın Yönetim Kurulu Başkanı A. Bülent Güney…
Tüketici ihtiyaçlarını doğru teşhis edip, sürdürülebilir çözümler üreten ve bunu finansal açıdan kendi hanesine yazabilen Güney’in “iş yaratma” becerisi ve “uygulamaya geçirme” azmi bizce gerçekten etkileyici…
Çocukluk ve gençlik yıllarını, firmanın kuruluşunu ve hedeflerini Yalıtım okurlarıyla paylaşan A. Bülent Güney, GNYAPI’nın bundan sonra da durmayacağını söylüyor. Güney’in yeni hedefi ise “İnşaat sektörünün en büyük firması olmak”…
“Eskişehir’de, 1977’nin 26 Mayıs günü doğmuşum… Aslen Kemaliyeliyiz (Erzincan). Öğretmen olan babam Kemaliye’de Halk Eğitim Merkezi’nin müdürü, annemse Kemaliye Kaymakamlığında memurmuş. İkiz bebek beklediklerinden, Kemaliye’deki hastane şartlarından tedirgin olmuşlar ve riske girmemek için doğumun, anneannemin ikamet ettiği, şartların biraz daha iyi olduğu Eskişehir’deki bir hastanede gerçekleştirilmesine karar vermişler. Dolayısıyla nüfus cüzdanımda doğum yeri olarak Eskişehir yazmasına rağmen, Eskişehir’e gerçekleştirdiğimiz kısa ziyaretler haricinde çocukluğumun Kemaliye’de geçtiğini söyleyebilirim. İsmimi ise babam Bülent Ecevit’e hayranlığından koymuş. İkizime de, Bülent’e uyumlu olsun diye Levent ismini vermişler…”
“Annem ve babam çalıştığından ikiz kardeşimle beraber çocukluk günlerimiz genelde akrabalarımızın nezaretinde geçiyordu. Altı yaşındayken, babamın tayini dolayısıyla İstanbul maceramız başlamıştı. Paşakapısı İlköğretim Okulu’na gidiyorduk. Ders saati bittikten sonra yaramazlık yapmamızı engellemek için birimiz annemizin yanına, birimiz de babamızın yanına gidiyorduk. Derslerimizin çoğunu da onların işyerlerinde yapıyorduk…”
Soru yazılırken cevabını verirdim
“Beşinci sınıfı bitirdikten sonra, yine Üsküdar’da bulunan Şemsi Paşa Ortaokulu’na devam ettik. İlkokulda gayet iyi bir eğitim almışım ki ortaokulda kendime ciddi bir özgüven duymaya başlamıştım. Koşu takımına seçilmiş ve hiç eğitimim ya da pratiğim olmamasına rağmen İstanbul genelinde 4. olmuştum. Matematiğim çok iyiydi. Defter falan kullanmadan, öğretmen tahtaya daha soruyu yazarken cevabını veriyordum…”
Evde zaman geçirmeyi severdim
“İkizimin aksine daha sakin ve kendi halinde bir çocuktum. Evde zaman geçirmeyi severdim; ki hala da öyleyimdir. Gezme veya eğlence peşinde hiç olmadım. Şimdilerde bile tatile eşimin zoruyla gidiyorum. O dönemlerde, aldığım harçlığı harcamak yerine biriktirmeyi tercih etmek, en büyük özelliklerimden biriydi. Hatta ay sonuna doğru annem ve babam ihtiyaç duyduklarında borç almak için ilk önce bana gelirlerdi. Bunun yanında hırslı ve azimliydim. Oyunlarda kaybetmeyi hiç sevmezdim. Kazanmam lazımdı. Ağladığım bile olurdu. Bu huyum kardeşimde o kadar bir baskı oluşturmuş ki, benim içinde olduğum bir oyunda hep dışarıda kalmayı tercih ederdi. Pes etmeyeceğimi bilirdi…”
İkiz olmak…
“İkiz olmak insanda farklı bir duygu yaratıyor. Canınız oyun oynamak istediğinde yanınızda yaşıtınızın olması çok avantajlı. Diğer taraftan aynı kıyafetleri giymekse özellikle beni çok rahatsız ediyordu. Sağolsunlar annem ve babam, ne alsalar aynısından iki tane alıyorlardı. Aynı tişörtü ve aynı pantolonu giydiğimizde birilerinin alaycı bakışlarının beni zaman zaman üzdüğü de olurdu. Ancak ne olursa olsun ikiz kardeşimle girdiğim rekabetin, gelişimimde faydası olduğunu düşünüyorum. Çocukluğumuzda eksikliğini hissettiğimiz en büyük şey ise anne ve babamızın çalışmasından dolayı onları çok da sık göremememizdi…”
Teşekkür belgesiz sınıf geçmedim
“Okul hayatımda dikkat çeken bir öğrenci değildim. Takdirname almadım fakat teşekkür belgesiz sınıf geçtiğim de olmadı. Orta karar, ancak ihtiyaç kadar çalışırdım. Derslerin çok üzerine düşmezdim. Ödevimi yapardım ama ekstra bir zahmete katlanmazdım. Sonrasında da Commodore 64’te oyun oynardım. Bilgisayar oyunları, en çok zaman harcadığım meşgalelerimden biriydi…”
Haydarpaşa Anadolu Teknik Lisesi…
“Ortaokulu bitirdikten sonra 1991 yılında, babamın isteğiyle sınava girip Haydarpaşa Anadolu Teknik Lisesi’nin Makine Bölümü’nü kazanmıştım. Babam, işsiz kalmamamız için en azından bir meslek öğrenmemizi istiyordu fakat makine bölümünde yürütülen eğitim sistemi hiç hayal ettiğim gibi değildi. Bence Türkiye’nin en büyük sıkıntılarından birisi de bu zaten. İnsanların gelecekle ilgili bir planları yok ve girdiğin okulun ne olduğunu bile tam olarak bilemiyorsun. Sınavlar çocukları ‘bir yere girme’ psikolojisine sokuyor; ‘bir şey oldun mu’ veya ‘başardın mı’ değil…”
Babamın vefatı bizi derinden sarsmıştı
“Meslek lisesi süreci, özel hayatımda da sıkıntılar yaşadığım bir dönemdi. Üçüncü sınıfta, 17 yaşımdayken babamın vefatı bizi oldukça sarsmıştı. Hayatımdaki en büyük kırılma noktalarından birisidir. Babam hastalandığında kardeşim ve ben çok da önemsememiştik. Kanser olmasına rağmen işin ciddiyetini çok anlamıyorduk. Karşımızda güçlü bir ‘baba’ figürü vardı. ‘Nasılsa iyileşir, ayağa kalkar’ diyorduk. Fakat maalesef öyle olmadı. Babamızın kıymetini vefat edince anladık. Ölümü bizi derinden yaralamıştı. Bu acı olay, kardeşimin okulu boşlamasına neden olurken, bendeyse tam tersi bir etki yaratmıştı…”
Odadan çıkmamacasına çalışıyordum
“1994, üniversiteye hazırlandığımız bir yıldı. Kendimi tümüyle derslere vermiştim. Boğaziçi Üniversitesi’nde mühendislik okumak istiyordum. Fakat meslek lisesinde olduğumuzdan Fizik, Kimya ve Biyoloji gibi üniversite sınavında çok önemli olan dersleri görmüyorduk. Ayrıca üniversite sınavında da ortaöğretim başarı puanımız ciddi oranda düşüyordu. Dolayısıyla fen derslerini kendi başıma öğrenmek zorundaydım. Teneffüslerde kütüphanede, eve gelince de odadan çıkmamacasına, durmaksızın ders çalışıyordum. Sınava girerken tercihlerim ise sadece Boğaziçi, İTÜ ve Yıldız Teknik Üniversitesi’ydi. İlk sene kazanamamış olmama rağmen 476 puanla lisedeki bölümümde en yüksek puan alan öğrenci olmuştum…”
Boğaziçi yerine Yıldız Teknik…
“Ertesi sene, hedefimden sapmadan aynı disiplinle çalışmaya devam ediyordum. Kursa gitmiyor, dersleri kitaplardan ve abone olduğum dergilerden takip ediyordum. Çok sıkı bir programım vardı. Hedefe kilitlenmiş bir halde yine odamdan çıkmıyor, televizyon seyretmiyordum. Sınava girdiğim 1996 senesinde, çok istediğim Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği yerine Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nü kazanmıştım. Düşen puanımın etkisi vardı ama yine de bu hedefin benim için çok yüksek olduğunu kabul etmeliyim. Hayatım boyunca hedefi yüksek tutmanın çok faydasını gördüm. Boğaziçi Üniversitesi’ni hedeflemeseydim belki Yıldız’ı da kazanamayacaktım. Hedefin yüksek olması insanları gereğinden fazla çalışmaya sevk ediyor…”
Hedefe ulaşmıştım ya…
“Üniversiteye girdiğim ilk sene biraz boşluğa düşmüştüm. Hedefe ulaşmıştım ve şimdilik bu bana yetiyordu. Derslere yoğunlaşamıyordum. Bir taraftan da üniversite öncesinde, anneme yük olmamak için çalıştığım işlerden birisi olan süpervisörlük işini haftanın dört günü sürdürüyordum. Marketlerde tanıtım yapan ekipleri yönetiyordum. Stantlar kuruyor, tanıtım yapıyorduk. Boş durmuyordum. Yazları da çalışarak geçiriyordum. Babamın vefatından sonra kendi ayaklarımın üzerinde durmam gerektiğine inanıyordum…”
Siyah şapka ve yeşil pardösü
“Üniversitede üçüncü sınıfa kadar sosyal, eğlenceli ve okulda tanınan bir öğrenciydim. Siyah şapkam ve yeşil pardösümle özdeşleşmiştim. Kampüste yeşil pardösülü, siyah şapkalı olarak tanınırdım. Dersler ise yine hep orta kıvamdaydı. Buna rağmen kendi projelerimin dışında diğer öğrencilere ücret mukabilinde projeler de çiziyordum. İlk ticari tecrübelerim de bunlar oluyordu.”
“Son sınıfta ise ne olduysa maneviyata daha çok önem vermeye başladım. O sosyal, eğlenceli kimliğimden çıkıp yine içine kapanık farklı bir döneme girmiştim. Disipline girmem gerektiğine inanıyordum…”
A.Bülent Güney, babasıyla…
Büyük hayal…
“Bu dönemde içimden bir ses, ileride bir şirkete sahip olacağımı ve gün geldiğinde binlerce kişinin çalıştığı bir yapıyı yöneteceğimi söylüyordu. Okulum devam etmesine ve ticaretle ilgili hiçbir girişimim olmamasına rağmen bu hayale öyle bir tutunmuştum ki, bir peçetenin üzerine yazıp, o zaman için müstakbel eşime vermiştim bu hayali. Eşim bu yazıyı saklamış ve seneler sonra şirketi ilk kurduğumda çıkartıp göstermişti. Şimdi bile ne zaman enerjim azalsa, motivasyonum düşse bu yazıyı okurum ve bu büyük hayale ulaşabilmek için kaldığım yerden azimle çalışmaya devam ederim…”
Yüksek lisansı dondurup askere gittim
“Okul bitiyordu fakat önümü göremiyordum. Tekrar hedefler belirlemeye başlamıştım. Öncelikle derslere ağırlık vermiştim. Ortalamam yükseliyordu. Ardından diğer hedefim olan, Boğaziçi Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimi vardı. Bunu da başarmıştım. Fakat ilk altı aydan sonra Boğaziçi Üniversitesi’ndeki inşaat mühendisliği yüksek lisans eğitimimi dondurup askere gitmeye karar verdim.”
“Üç yıl daha eğitim görmek zor gelmişti. Hedefim Boğaziçi Üniversitesi’ne girmekti ve bunu da başarmıştım. Hedef girmekti, bitirmek değil. Ayrıca bu arada eşim, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Mimarlık eğitimi gören Sibel Hanım’la da arkadaşlığım devam ediyor ve ilişkimiz evliliğe doğru gidiyordu. Bir an önce askerliğimi tamamlamam ve bir işe girmem gerekiyordu…”
Dağ Komandosuydum
“Askerliğimi yedek subay dağ komandosu olarak yapmak istiyordum. Mülakat sonrası da bu isteğim kabul edildi ve 2002’nin kasım ayında Isparta Eğridir’de dağ komando eğitimine başladım. Orada ne işim olduğunu sorguladığım, günlerce arazide yatıp kalktığımız, bataklıklarla boğuştuğumuz çok zorlu ve ağır bir eğitimdi. Bu dört aylık eğitimin ardından askerliğimi 2003’ün kasım ayına kadar Ordu’nun Mesudiye ilçesinde sürdürdüm. Mesudiye’de kırsal kesimde sol örgütlere yönelik operasyonlara katılıyorduk. Bir operasyon esnasında iki adet örgüt sığınağı bulduğumuz için askerliğimizi ödüllendirilerek tamamlamıştık. Askerlik sürecinde maaşım gayet iyi olduğundan evlilik için de ciddi bir miktarda para biriktirebiliyordum…”
Kız istemeye işsiz gidemezdim
“2003 Kasım ayında askerden döndükten sonra iş arama sürecim başladı. Bu arada, o zamana kadar işle ilgili vaatlerde bulunan birçok mühendis akrabamın vaatlerinin boş olduğunu anlamam da uzun sürmemişti. Kız istemeye işsiz de gidemezdim. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Bu süreçte birçok yere iş başvurusunda bulunmama rağmen dört ay yine pek sonuç elde edememiştim. Ümitsizliğe kapıldığım bir dönemde bir gazete ilanında, Samandıra’daki bir boya firmasının satış elemanı aradığını görüp hemen başvurmuştum. Müteahhitleri ve mevcut binaları dolaşıp iş getirecek, alınan işin tahsilatlarını, teslimini gerçekleştirecek ve tüm maliyetler düştükten sonra da karın yüzde ellisini alacaktım. Giderler de bana aitti. Aldığım asgari ücreti ise yılsonunda hesaplaşırken geri ödeyecektim. Tecrübe edinmek için bir yerlerden başlamam gerekiyordu. Dolayısıyla kabul ettim ve işe başladım. Böyle bir işe, farkında olmadan ileride kendi şirketimi kurmamın zeminini oluşturuyordu…”
“Yalıtımcı” kimliği üzerime yapışmıştı“
Her gün kendime bir bölge belirliyor ve kapı kapı dolaşıyordum. Binaların ve müteahhitlerin boya, badana ihtiyaçlarını öğrenmeye çalışıyor, bilgi topluyordum. Sonrasında da satışa dönüştürmeye çalışıyordum. ‘Satıcı’ olduğum için giremediğim yerler de çok oluyordu tabii. O sene, işi ilk defa yapmama rağmen 800 bin lira civarında bir ciroya ulaştık. İyi bir şey kazandığımı sanırken, sene sonunda yapılan hesapta maliyet ve giderler düştükten sonra benim payıma 2400 TL para kalmıştı. 12 aya böldüğünde aylık 200 liraya tekabül ediyordu. Yani asgari ücret bile değildi. Sabah altı sularında başlayan mesaim, gece yarılarına kadar devam ediyordu. O an için bu çabamın karşılığını alamadığımı sanmıştım. Oysaki bu uğraşım gelecekte sahip olacağım başarının ilk adımı oluyordu. Sonrasında bu iş yerinden ayrıldım ve tekrar iş aramaya koyuldum. Fakat ‘boyacı’ ve ‘yalıtımcı’ kimliği üzerime yapışmıştı. Başvurduğum yerlerde bu özelliğim öne çıkıyordu. Bu arada, 2004’ün eylül ayında, 1998 yılından beri arkadaşlığımızın devam ettiği eşimle de evlenmiştim…”
Tüm işi kendim yapıyordum
“2005 yılındaki iş arayışım sırasında, bu sefer de Esatpaşa’da yapı malzemeleri satışı yapan bir firma karşıma çıkmıştı. Malzeme satışının yanında uygulamaya da girmeye hazırlanıyorlardı. Sıfırdan bir sistem kurulacaktı. Maaş ise 700 liraydı (asgari ücretin biraz üstü). Kabul ettim ve işe başladım. Ustaları buluyor, malzemeleri arabaya yüklüyordum. Tüm işi kendim yapıyordum. Bir önceki işimden tecrübelerimi de aktarıyor, yeni tecrübeler ediniyordum. 4.5 milyon lira gibi bir ciro yapmıştık. Bu çaba karşılığında verilen sözlerin tutulmaması ise bende bir güvensizlik oluşturmuş ve bu işyerinden de ayrılmama neden olmuştu…”
Prim yerine Kurtköy'de bir daire
“Ardından ilk çalıştığım boya firmasının daveti üzerine yine orada çalışmaya başladım. Özverili çalıştığımı biliyorlardı. Çalışırken hiç gocunmam ve gecem gündüzüm yoktur. Mekanı ve zamanı unuturum. Bu huyumu bildiklerinden bana güveniyorlardı. Bu sefer kazanacağıma ben de inanıyordum; çünkü yapacağım işi daha önce tecrübe etmiştim ve deneyimliydim. Nihayetinde işe başladım. Yine yeni bir oluşumun içine girdik, yeni şeyleri hayata geçirdik. Fakat o sene 120 bin lira kazanmama rağmen firmanın nakit döngüsündeki sıkıntıdan dolayı yine ortada para yoktu. İş de benim özverimle dönüyordu. Askerde biriktirdiğim paramı bitirdikten sonra annemden ve kardeşimden aldığım borçlarla ustaya maaşını kendi cebimden ödüyordum. 2006’nın sonunda hesaplaşırken firmada yine nakit para yoktu ve bu primin karşılığında bana Kurtköy’deki bir sitede 90 bin TL tutarında bir daire vermişlerdi…”
Güney Mühendislik
“O firmada çalışırken, Samandıra Belediyesi’nin ihalesine katılabilmek için iş bitirme gerekiyordu ve bu belgeyi temin edebilmek için inşaat mühendisi tarafından kurulmuş bir firmaya ihtiyacımız olmuştu. Söz konusu firmayı da inşaat mühendisi olduğumdan Güney Mühendislik ismiyle benim üzerime kurmayı tercih ettiler. Ticaret hayatım da bu şekilde başlamış oldu. Öngördüğüm değil, şartların getirdiği bir durumdu. Memur çocuğu olduğum ve bir şirket kurmaya hayatta cesaret edemeyeceğim bu işi, bu vesileyle yapmış oldum. Artık bir şahıs firmasının işleyişi, vergi, fatura, bilanço gibi yeni kavramları öğrenmeye çalıştığım bir düzene girmiştim. 2007’nin sonunda da firmadaki nakit sıkıntıları yüzünden söz konusu şirket üzerinden kendim, tek başıma yürümek istemiş ve yoluma böyle devam etme kararı almıştım. 2008’in şubat ayında da Güney Mühendisliği şirkete dönüştürerek Güney Yapı’yı kurdum. Güney Yapı macerası da bu şekilde başlamış oldu…”
Tek başımaydım
“Normalde bir adımı atmam için en azından önümdeki on adımı görmem lazım. Öyle bir aile kültüründen geliyorum. Ama firmayı kurduğumda, üç defa sıfırdan bir oluşumu meydana çıkartmış ve bir yere kadar getirmiş durumdaydım. Şirketi yeni kuruyordum ama önceki çalıştığım şirketlerde aslında üç kere benzer tecrübe yaşamıştım. Nerede ne yapacağımı çok iyi biliyordum. İlk başladığımda tek kişiydim, sekreter bile yoktu. Telefonları cep telefonuma yönlendiriyordum. Bir iş geldiğinde gidiyor, ölçü alıyor, hesapları çıkarıyor, teklif dosyasını hazırlıyor ve gidip sunum yapıyordum. İşi aldıktan sonra ise tüm organizasyonu ve malzeme teminini yapıyor, iskelesini bile kendim ayarlıyordum. O zamanlar piyasadaki mantolama işleri de yeni yeni talep görmeye başlamıştı…”
Ticaretin kurallarını öğrenecektim
“Süreç ilerlerken ticareti bilmediğimi de fark ediyordum. İşin nasıl yapıldığını ve döndüğünü, organizasyonu biliyordum ama ticareti bilmiyorum. 2008-2009, ticareti öğrendiğim yıllar oldu. Diğer taraftan ekonomik kriz de vardı. O süreçte iyi niyetle ve ticareti de iyi bilmediğimden para kaptırdığım olaylar da yaşadım. Müteahhitlere de iş yapıyorduk. Fakat müteahhitlerle iş gerçekten sıkıntılıydı. Zor bir dönem geçiriyorduk, alacaklarımızı alamadığımız dönemler oluyordu. Kişilik yapım itibariyle çok ısrarcı da olamıyordum. 2009’un sonuna doğru müteahhide iş yapmama kararı aldım. Sadece oturulan binalara iş yapacaktım. Oturulan binalarda en azından bir yönetici var, kat malikleri var. Birisi ödese diğeri ödemese sıkıntıya girmeyeceğimi öngörüyordum. Onun haricinde ticaretin kuralları neyse onları benimseyecek, duygusallığı işe karıştırmayacaktım. Dolayısıyla şirketi sıfırdan yeniden yapılandırdım. İşe başlayanları eğittim ve 2010’da bir anda 13 kişilik bir ekip haline geldik. Sonrasında o kuralları bir sisteme oturtunca 2013’e kadar her sene neredeyse yüzde 100’e yakın büyüme oranlarına ulaştık. Sonrasında da senede yüzde 50 büyüyoruz…”
Büyümeyi sürdürülebilir kılmak önemli
“Büyümeyi sürdürülebilir kılmak gerçekten kolay bir şey değil. İstikrar ve planlama bizim için çok önemli. Şantiye sayımızı iki katına çıkardığımızda nelere ihtiyacımız olacağını çok öncesinden tespit edebiliyoruz. Ayrıca her girişimimizi de kendi bünyemizde gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Mesela internet sayfalarımıza kendimiz kafa yoruyoruz. Danışmanlık firmalarından farklı hizmetler almamızın yanında hukuki işlerimizi ve insan kaynakları, ERP sistemi, pazarlama süreçlerini kendi bünyemizde yürütüyoruz…”
Konut Töneticileri Konferansı Başlı Başına Bir Hikaye
“Konut Yöneticileri Konferansı ve Usta Konferansı gibi etkinliklerimizi ihtiyaçlar doğrultusunda kendi gözlemlerimizden üretip, kendi çabalarımızla gerçekleştiriyoruz. Konut Yöneticileri Konferansı zaten başlı başına bir hikaye… İlk konferansı gerçekleştirdiğimizde iki elin parmaklarını geçmeyecek katılımcı sayısı hepimizin moralini bozmuştu ve çok sayıda kişi, konferansın yürütülebilecek bir organizasyon olmadığını, boşuna çaba göstermememiz gerektiğini dile getirmişti. Ancak biz neyi eksik yaptığımızı araştırıp, sürekli kendimizi geliştirerek konferansın ivmesini her sene ileriye taşıdık ve büyük katılımlar sağlamaya başladık. Konut Yöneticileri Konferansı artık yöneticilerin bilgi edinmek için katılım gösterdiği, üretici firmaların ürünlerini birebir tanıtabildiği, bankaların kredi imkanlarını aktarabildiği, kısacası tüm sektörün faydalandığı bir platform haline geldi…”
Odağımızda inşaat var
“Yıllık yaklaşık 750 bin metrekarelik mantolama uygulaması yapmamıza rağmen yalıtım malzemesi üretimini hiç düşünmedik. Bu rakam aslında orta ölçekli bir üreticinin piyasaya sunduğu mal kadar. Fakat böyle bir iş, enerjimizi çok farklı alanlara yöneltmemize sebep olabilir. Odak noktamızdan sapmak istemiyoruz. Odağımızda ise inşaat var.
2014 yılında yeni bir karar alarak kentsel dönüşüm projelerinde de yer almak için müteahhitlik hizmeti vermeye başladık. Bu kapsamda mimar olan eşim de artık bizimle çalışmaya başladı. Şu anda, Güney Yapı bünyesi altında faaliyetlerini sürdüren GN İnşaat markası ile Maltepe ve Kozyatağı’nda üç inşaatımız devam ediyor. İleride inşaat sektörünün en büyük firması olmak istiyoruz. Mantolama uygulamalarımızda yapıyı bozmadan, inşaata da ağırlık vereceğiz. Şu anda üç olan proje sayımız sekiz de olabilirdi ama bunu istemiyorum. Bu tecrübeyi sindirerek yaşamak istiyorum. Sonrasında zaten sistemini, finans ayağını sağlam kurabilirsek belki 15 günde bir inşaata başlayabileceğimiz günler de gelecek.
İnşaat firmaları arasında bizim kadar kurumsallaşmış, geniş bir kadroya sahip firma sayısı gerçekten fazla değil. Büyük firmalarda işten anlayan, kalifiye insanlar tabii ki var. İlk bakışta hatayı görebilen insanlara sahipler ama en fazla birkaç projenin içinde yer alabilirler. Çünkü sistemleri buna müsait değil. GNYAPI’da ise bu sistem var. En büyük avantajımız da bu. Amacımız aynı anda 50-60 inşaat projesini bir arada yürütebilmek ve Türkiye’nin en büyük inşaat firması olmak. Ayrıca yurtdışında da müteahhitlik yapmak, en büyük hayallerimden birisi. Bu, ülke ekonomisine de büyük katkı sağlar…”
Apartman yönetimide yapacağız
“GNYAPI olarak bugünlerde odaklandığımız konulardan birisi de profesyonel apartman yönetimi hizmeti. Türkiye’de bu ciddi bir ihtiyaç. Apartmanlarda yönetici bulmak, yöneticinin aidat toplaması ve diğer sorumluluklar insanları bezdirmiş durumda. Planımız, mantolama yaptırmak isteyen apartmanlara bir sene boyunca bu hizmeti ücretsiz sunmak. Ardından da devam etmek isterlerse hizmeti ücret karşılığında vermek. Böyle bir hizmetin bize, kentsel dönüşüm hedeflerimizle birlikte birçok alanda fayda sağlayacağını düşünüyoruz…”
Başarısızlık, başarılı olamanın ilk adımı
“Bir fikre inandığım zaman bu fikre dört elle sarılıyor, başkalarına anlamsız gelse de sonuna kadar üzerine eğiliyorum. İş hayatında başarısız bile olunsa üzülmemek gerektiğini öğrendim. Çünkü başarısızlık, başarılı olmanın ilk adımıdır. Mesela konferanslarımızın ilk yılları katılımcı sayıları açısından başarısızlıktı. Şirketin ilk dönemlerindeki bazı hatalarım da ticari açıdan başarısızlıktı ama ben bunları bir başarısızlık olarak değil, hep bir ders olarak düşünürüm, gecemi gündüzüme katarım ve çok çalışmaya devam ederim. Sıkıntı çekmek yormaz beni. Azmettikçe olumsuzluklar olumluya gidiyor. Siz azimle çalıştıkça Allah da işinizi rast götürüyor. Bazen insanların GNYAPI’nın bu başarısının arkasında farklı bir şey aradıklarını duyuyorum. Fakat insanların, her başarının ardında bir zorluk ve ciddi bir emek olduğunu bilmesini isterim…”
Kendimizle yarışıyoruz
“Bugün sektörde GNYAPI çapında iş yapan, çalışan, yarışacağımız bir firma yok. Biz de kendimizle yarışıyoruz. Şu anda şantiye çalışanları hariç ofis çalışanı olarak 96 kişiyiz. Ağırlıklı olarak Polisan, Filli Boya ve Weber firmalarıyla çalışıyoruz. Markalaşmayı başardığımızı düşünüyorum. GNYAPI artık sektörde bir marka oldu. Üretici firmaların dikkatini çeken, işini düzgün yapan ve ödemeleri hassasiyetle yerine getiren bir firmayız. Bu da bizi çok mutlu ediyor. Hayalimiz çıtayı aşmaktı ve bunu başardık. Halâ durmamamızın nedeni ise arayı iyice açmak istememiz. Geliştirdiğimiz model ne başka ülkelerde ne de ülkemizde olan bir iş modeli. Tüketicinin işlerini kolaylaştırmaya çalışıyoruz. Ücretleri tek tek dairelerden topluyor, yönetimin sorumluluğunu üzerimize alıyoruz. Peşin ücret istemiyoruz, tercih ederlerse 60 aya varan senet seçenekleri sunabiliyoruz. Özel kasko ve sigortalar ile hem kendimizi hem de yönetimleri güvence altına alıyoruz. Proje başlangıcından sonuna kadar yönetimlere hukuki destek hizmeti sunuyoruz…”
Şirketin kendi yarattığı kültüre inanıyorum
“Diktatör bir patron değilim. Dolayısıyla çalışan arkadaşlarımın sorumluluk almalarını isterim. Fakat bu pek böyle olmuyor. İnsanlar maalesef çok fazla sorumluluk alma eğiliminde değiller. Bu da iş hayatının en büyük eksikliklerinden birisi. Arkadaşlarımın işi sahiplenmesini, sorumluluk almalarını isterim. İşletmelerin zorlamayla değil de kendi disiplinlerinin, kendi kültürlerinin olması gerekiyor. Önemli olan, birilerinin etkisiyle değil de şirketin kendi içinde o disiplininin oluşması. Dolayısıyla şirketin kendi yarattığı kültüre çok inanırım. Amacım, şirketin içinde kendiliğinden işleyen, herkesin sorumluluğunu bildiği bir şirket kültürünü oturtmak…”
Yalıtım, herkesin yapacağı bir iş olmaktan çıkacak
“Yalıtım sektöründe gereğinden fazla üretici olduğunu düşünüyorum. Bu da rekabetin yoğunluğundan kalitenin düşmesine neden oluyor. Üstüne, haksız rekabet de eklenince kalite hepten düşüyor. Sektörde, özellikle mantolama uygulamalarında taşyününün ağırlık kazanacağını düşünüyorum. Ama bu dönüşüm şimdilik beklenenden hızlı gerçekleşmiyor. Ayrıca mantolama uygulamaları, şartlar ve koşulların her geçen gün ağırlaşması nedeniyle herkesin yapabildiği bir iş olmaktan çıkacak. Artık profesyonel firmaların hakim olduğu, iş yaptığı bir alan olacak. Biz de bu alanda yatırım yapan ve kendini sürekli geliştiren belki de tek uygulayıcı firmayız…”
A. Bülent Güney eşi ve çocuklarıyla…
İyi bir denge kurduğumu söyleyemem
“İş dışında ilgilendiğim, hobi olarak tanımlayacağım pek bir şey yok. İş ve özel yaşam arasında iyi bir denge kurduğumu söyleyemem. Ancak haftasonları fırsat buldukça kitap okumak ve birisi üç, diğeri sekiz yaşındaki kızlarım ve eşimle vakit geçirmeye çalışıyorum…”
Pes ettiğinizde keybedersiniz.
“Herkes fikir üretebilir ama hayata geçirmek çok önemli. Bir şeyi yapmak istediğimde ilk başta zorluk yaşayacağımızı biliyorum ama inanıyorsam pes etmem. Aslında pes ettiğimizde kaybediyoruz. Bir boksör düşünün, yere düştüğünde değil, ayağa kalkamadığı zaman yenilir. Önemli olan düştükten sonra kalkabilmektir. Bunu yapmaya çalışıyorum. Başarı, hep bir zorluk sonrası gelir. Yoksa kolay kazanılan başarı uzun vadeli olmaz. Kalıcı bir başarı için bence zorluklara katlanmak gerekir, ki kıymetini bilesin. Bu zorlukların benim için büyük bir fırsat olduğunu şimdi çok daha net bir şekilde görebiliyorum…”
KAYNAK :Yalıtım.net